PEŞAVER GECELERİ

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

1)

Alemlere Rahmet’e ilk emir geldi.

Oku.
Alemi oku.
İnsanlığı oku.
Emret okuduğunu. Gafil gözler senin okuduğunu okuyamaz. Senin anladığını anlayamaz. Bu sırdır.
Sır sendedir.
Ey Muhammed Oku ve emret. Sırrını beşerin üstününe ver. Ona da emret.
Ona da okumayı öğret.
İkra’ alemlere nida.
İkra!
Çıktı Güllerin efendisi mağaradan.
Rabbi’nin emrine vakıf olmanın huzuru ile sarıldı Ali’ye.
Ey Ali dedi, sensin beşerin üstünü ve sensin benim sırrımın ortağı. Gel dedi, Alemlere Rahmet bir nida etti arş’da. Ya Ali gel.
Ve Ali.
Daha ufacık bir çocuk. Kalbi engin denizleri aşıyor. Aklı alemleri aşıyor. Duydum itaat ettim dedi Ali.
Ve İman etti. Tüm insanlık kurtuluş yolundan habersizken iki server iniyor dağdan.
Birisi güneş birisi ay.
Biri tebliğ etti biri hidayet.
Ey Rabbim şahit ol, biz senin Güneş’inin ve Ay’ının yolundayız.
Milyonlarca yıldız olsak dahi, Güneş’inin Ay’ının ışığına muhtacız.

   Bakınız Hz. Ali'nin Çocuk Olduğundan Dolayı İmanını Düşük Görmek ve Böyle bir düşüncenin yersiz olduğuna dair cevap


Hâfız: Ali (k.v)'in herkesten önce iman ettiği konusu kesindir ve hiç kimse bunda şüphe etmemiştir. Ama dikkat edilmesi gereken nükte şudur: Hz. Ali'nin ilk iman etmesi diğer sahabelerden üstün olmasına delil olamaz. Ebu Bekir, Ömer, Osman (r.a) gibi büyük halifelerin Ali (k.v)'den bir müddet sonra iman ettikleri doğrudur. Ama onların imanı Ali'nin imanından farklıdır; onların imanı, Ali'nin imanından kesinlikle daha üstün ve daha faziletlidir. Çünkü Ali bâliğ olmamış bir çocuktu. Onlar ise yaşlı ve kâmil akıl sahibi insanlardı.

Açıktır ki, aklı kâmil, yaşlı ve dünya görmüş birinin imanı, çocuk ve henüz baliğ olmayan kimsenin imanından daha faziletli ve daha üstündür. Ayrıca, Ali'nin imanı taklidî (körü körüne bir) iman idi. Ama onların imanı tahkikî (araştırılarak elde edilen bir) imandı. Tahkikî iman, kesinlikle taklidî inanmadan daha üstündür. Zira 12 veya 13 yaşındaki bir çocuk sadece taklit yoluyla iman eder ve Ali de mükellefiyet çağına erişmemiş bir çocuk olarak kesinlikle taklit yüzünden iman etmiştir.

Davetçi: Sizin gibi büyük şahsiyetlerin bu tarz konuşmaları hayret vericidir. Doğrusu sizin böyle konuşmanıza çok şaşırdım. Bilemiyo-rum, inat ediyorsunuz mu diyeyim?! Ama sizin gibi bir âlime böyle bir şeyi yakıştırmaya kalbim râzı olmuyor. Ancak şöyle diyeyim: Galiba siz geçmişlerinize uyarak düşünmeden ve dikkat etmeden konuşuyorsunuz. Yani siz (Emevîlerin tahrikiyle Hâricîleri ve Nâsıbîleri) taklit e-derek konuşuyorsunuz. Bu konuda bir araştırmanız da yoktur.

Size soruyorum: Hz. Ali'nin çocuk iken iman etmesi, kendi meyli ve iradesiyle miydi yoksa Resulullah'ın (s.a.a) davetiyle miydi?

Hâfız: İlk olarak şunu belirteyim: Siz neden konuşma tarzımdan dolayı üzülüyorsunuz? Şüphelerin içte kalıp insanı rahatsız etmesindense hakikatlerin ortaya çıkması için tartışmak daha iyidir.

İkinci olarak, sizin sorunuzun cevabı açıktır. Ali (k.v) kendi meyil ve iradesiyle değil, Resulullah'ın (s.a.a) davetiyle iman etmiştir.

Davetçi: Resulullah (s.a.a), Hz. Ali'yi İslâm'a dâvet ettiğinde, çocuk erginlik çağına ermedikçe ona herhangi bir mükellefiyet (dini vazife) olmadığını biliyor muydu yoksa bilmiyor muydu? Eğer bilmiyordu derseniz, Hz. Peygamber'e cehalet isnat etmiş olursunuz; eğer bilmesine rağmen yine de davet etti demiş olursanız, o zaman Resulullah (s.a.a), (hâşâ) abes ve yerinde olmayan boş bir iş yapmış olur. Şu da açıktır ki, Resulullah'a boş ve abes şeyleri isnat etmek kesinlikle küfürdür.

Peygamberler boş ve abes işlerden münezzehtirler; özellikle de Hatem'ul-Enbiya (s.a.a). Zira Allah-u Teâla Kur'ân'da Necm Suresi'nin 3. ayetinde buyuruyor ki:

"O, kuruntudan ve keyfinden konuşmuyor; söylediği şey vahiyden başka bir şey değildir."



Peşaver Geceleri s.245


2)

Allah ve Peygamberi, Ali'yi Muttakilerin İmam'ı Diye Tanımlamaktadır

'Gerçekten de kadınlar Ebu Talip gibi bir yiğit doğurmaya kısırdır.'

Eğer Hz. Ali'nin (a.s) takva ve züht dünyasını detaylıca anlatmaya kalkışırsak, başlı başına ciltler dolusu kitap olur.

Birazdan okuyacaklarınız  Emirel Mü'minin Ali'den bir zerre bile değildir..


İbn Ebî'l-Hadid Nehc'ül-Belâğa Şerhi c.2, s.450'de, Hâfız Ebu Nu-aym Hilyet'ul-Evliya'da, Mir Seyyid Ali Hemedânî Meveddet'ül-Kurba'-da, Muhammed b. Yusuf Kifayet'ut Talib'in 54. babında Enes b. Ma-lik'den şöyle rivayet etmektedirler: "Peygamber (s.a.a) bir gün bana, "Ey Enes, bana abdest suyu getir." diye buyurdu. Ben de kalkıp abdest suyu getirdim. Peygamber (s.a.a) abdest aldıktan sonra iki rekât namaz kıldı ve ardından bana şöyle buyurdu:

"Ey Enes, bu kapıdan ilk gelecek olan kimse, muttakilerin imamı, Müslümanların efendisi, müminlerin beyi, vasilerin sonuncusu, el ve ayakları (abdest azaları) nurlu olanların önderidir."

Enes devamında şöyle diyor: "Ben içimden bu gelecek kişinin En-sar'dan biri olmasını istedim. Ama aniden o kapıdan Ali girdi ve Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: "İşte o kimse, Ali b. Ebî Talib'dir." Peygamber (s.a.a) sevinç içinde kalktı, Hz. Ali'yi karşıladı, elini boynuna attı ve terini sildi.

Hz. Ali şöyle dedi: "Ya Resulullah, bugün bana daha önce yapmadığın hareketleri yapıyorsun."

Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu:

"Neden yapmayayım. Zira sen benim tarafımdan risaletimi halka ileteceksin, onlara sesimi duyuracaksın ve benden sonra ihtilâfa düştükleri konuları beyan edeceksin."

Yine İbn Ebî'l-Hadid Nehc'ül-Belâğa Şerhi c.2'de, Hâfız Ebu Nu-aym ise Hilye'de şöyle rivayet etmektedir:

Bir gün Hz. Ali Hz. Peygamber'in (s.a.a) huzuruna vardı. Peygamber (s.a.a); "Müslümanların efendisi ve muttakilerin imamı merhaba, hoş geldin." diye buyurdu. Ardından, "Bu nimete karşı şükrün nasıldır?" diye sordu.

Hz. Ali cevaben şöyle dedi: "Bana verdiği nimetler için Allah'a hamd ediyorum. Bana şükür nimetini vermesini diliyorum ve bana verdiklerini artırmasını umuyorum."

Muhammed b. Talha Metalib'us-Seul'ün 1. babının 4. faslında bu hadisi rivayet etmekte ve bu delille Hz. Ali'nin Muttakilerin İmam'ı ve takva ehlinin en üstünü olduğunu ispatlamaktadır.

Hâkim, Müstedrek c.3, s.138'de, Buharî ve Müslim ise Sahih'lerinde Hz. Peygamber'in (s.a.a) şöyle buyurduğunu rivayet etmektedirler:

"Ali hakkında bana üç şey vahy edilmiştir; O Müslümanların efendisi, muttakilerin İmam'ı, elleri, ayakları ve yüzleri nurlu olanların önderidir."

Muhammed b. Yusuf Kifayet'ut Talib'in 45. Babında, (Abdullah b. Es'ad b. Zürare'den müsned olarak naklen) Hz. Peygamber'in (s.a.a) şöyle buyurduğunu kaydetmiştir:

"Beni göklere götürdükleri Mirac gecesinde, inciden yapılmış ve altın döşenmiş bir saraya götürdüler, bana üç şey vahyedildi ve emredildi ki Ali'nin (a.s) üç hasleti vardır; o Müslümanların efendisi, muttakilerin imamı ve abdest azaları nurlu olanların önderidir."

İmam Ahmed b. Hanbel de Müsned'de, Hz. Peygamber'in (s.a.a) Hz. Ali'ye şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:

"Ey Ali, senin yüzüne bakmak ibadettir. Şüphesiz ki sen muttakilerin imamı ve müminlerin efendisisin; seni seven beni sevmiştir ve beni seven Allah'ı sevmiştir. Sana buğz eden bana buğz etmiştir ve bana buğz eden Allah'a buğz etmiştir."

Şüphesiz bazı aşağılık, düşüncesiz, dalkavuk insanlar da, bazı halife ve sultanları haddinden fazla övmüşlerdir. Ama Peygamber (s.a.a) gibi hak ve hakikat âbidesi bir insan, asla bir kimseyi boş sıfatlarla nitelendirmez. Onun ağzından çıkan her kelâm gerçektir. Nitekim Kur'ân şöyle buyurmaktadır:

"O arzusuna göre konuşmaz; o (söyledikleri) yalnızca vahiy olunan bir vahiydir." [1]

Özellikle kendisi de, Mirac gecesi kendisine, Ali'nin muttakilerin imamı olduğu emredildiğini bildirmektedir.

O hâlde Hz. Peygamber'in (s.a.a) Allah'ın emriyle Hz. Ali'yi, hiç kimse hakkında söylemediği bir sıfatla nitelendirmesi, Hz. Ali'nin (a.s) makamını faziletini ve takvasını göstermesi açısından yeterlidir. Bütün sahabiler arasında sadece Hz. Ali'yi (a.s) muttakilerin imamı olarak adlandırmış ve defalarca onu bu lakapla çağırmıştır. Elbette bir insanın takva ehlinin imamı olması için bizzat kendisinin tam manasıyla muttaki ve örnek olması gerekir.


[1]- Necm, 3-4.


*Peşaver Geceleri Kitabından alıntı vardır.

3)
Hamd olsun Alemlerin Rabbine
ve selam olsun mevlamız Muhammed’e ve tertemiz Ehl-i Beyt’ine..

Allaha tevekkül ediyor ve yanlızca O’ndan yardım diliyoruz, şüphesiz güç ve kuvvet sahibi O’dur.

Çeşitli tariklerle hem Ehl-i Beyt, hem de Ehl-i Sünnet kaynaklarında nakledilen Sakaleyn hadisi başta Hz. Ali (a.s) olmak üzere,
Ehl-i Beyt İmamları’nın imametini açıkça kanıtlamaktadır.

Şimdi Sekaleyn hadisini nakleden  muteber Sünni hadis kitaplarından bazılarına değineceğiz.

Böylece Buharî'ye rağmen, Sünnilerin diğer büyük ve güvenilir âlimlerinin, hatta Buharî'yle (Sünnilere göre doğrulukta) eşit olan Müslim b. Haccac'ın bile Sekaleyn hadisini nakletmiş olduklarına şahit olacaksınız.

O kitaplardan bazıları şunlardır:

Sahih -i Müslim (Müslim b. Haccac), c.7, s.122; Sahih-i Ebu Da-vud; Sünen-i Tirmizî, c.2, s.307; Hasais-u Nesaî, s.30; Müsned-i Ah-med b. Hanbel, c.3, s.14 ve 17, c.4, s.26 ve 59, c.5, s.182 ve 189; Müs-tedrek-i Hâkim, c.3, s.109 ve 148; Hilyet'ul-Evliya (Hâfız Ebu Nuaym İsfahanî) c.1, s.355; Tezkire (Sibt b. Cevzî ) s.182; Usd'ul-Gabe (İbn Esir-i Cezrî), c.2 s.12 ve c.3, s.147; Cem'un Beyn'es-Sahihayn (Hamidî); Cem'un Beyn'es-Sihah'is-Sitte (Rezin); Taberanî'nin el-Kebir'i; Telhi-s'ul-Müstedrek (Zehebî); Ikd'ul-Ferid (İbn Abdurabbih); Metalib'us-Sü-ul (Muhammed b. Talha eş-Şafiî); Menakıb-ı Harezmî; Yenabî'ul-Me-vedde (Süleyman Belhî el-Hanefî) 4. bab; Meveddet'ül-Kurba (Mir Sey-yid Ali Hemedanî İkinci Meveddet'te); Şerh-u Nehc'il-Belâğa (İbn Ebî'l-Hadid); Nur'ul-Ebsar (Şeblencî), s.99; el-Fusul'ul-Muhimme (Nurud-din b. Sabba el-Malikî), s.25; Feraid'us-Simtayn (Himvinî); Keşf'ul-Beyan tefsiri (İmam Sa'lebî); Menakıb-ı Sem'anî ve İbn Meğazilî eş-Şa-fiî; Kifayet'ut-Talib (Muhammed b. Yusuf Gencî eş-Şafî), 1. babda; Gadir-i Hum hutbesinin sahih olduğunu beyan ederken ve 6. bab s.130'da nakletmiştir. Tabakat (Muhammed b. Sa'd-i Katip), c.4, s.8; Fahr-i Ra-zî'nin tefsiri, c.6 s.18'de itisam ayetini tefsir ederken; Tefsir-i İbn Kesir, c.4, s.113 meveddet ayetini tefsir ederken; İkd'ul-Ferid (İbn Abdu-rabbih) c.2, s.158 ve 346; Şerhu Nehciül-Belâğa (İbn Ebî'l-Hadid), c.6, s.130; Yenabi'ul-Mevedde (Süleyman Hanefî) çeşitli tabirlerle, s.18, 25, 29-34, 95, 115, 126, 199 ve 230; Savaik (İbn Hacer-i Mekkî) çeşitli tabirlerle, s.75, 87, 90, 99 ve 136'da ve diğer birçok büyük âlimleriniz az bir farklılıkla, (Şiîlerin ve Sünnîlerin nakliyle tevatür haddine ulaşan) bu hadis-i şerifi Resulullah'tan (s.a.a) nakletmişlerdir:


"Şüphesiz ki ben sizin aranızda iki değerli emanet bırakıyorum; Allah'ın kitabı ve itretim olan Ehlibeytimi. Bu ikisi havuzun başında bana ulaşıncaya dek asla birbirlerinden ayrılmazlar. Kim o ikisine sarılırsa, şüphesiz kurtulur ve kim yüz çevirirse helâk olur; Onlara sarıldığınız müddetçe asla sapmazsınız."


Bu bizim güçlü delilimizdir. Resulullah'ın (s.a.a) emriyle Kur'ân-ı Kerim ve Ehlibeyt'e (hepsine selâm olsun) sarılmak ve onlara tevessül etmek mecburiyetindeyiz.

Velhamdulillahi Rabbil Alemin


*Peşaver Geceleri kitabından alıntı vardır


Yazarın mahlası: Nergisin gülü / Evlad-ı Heyder

Yorumlar